20 Aralık 2017 Çarşamba

Babil'in Asma Bahçesi

Babil'in asma bahçelerini duymuşsunuzdur mutlaka. Milattan önce çok eski yıllarda Babil Kralı Nabukadnezar'ın yaptırdığı bahçelerdir. Babil'in çorak Mezepotamya çölünün ortasında ağaçlar, akan sular ve egzotik bitkilerin bulunduğu çok katlı bir bahçedir. Rivayete göre bunu Kraliçesini sevindirmek için yapmıştı.

Amytis Medas Kralının kızıydı Semiramis ve iki ülkenin müttefik olması amacıyla Nebuchadnezzar ile evlendirilmişti. Onun geldiği ülke yeşil,engebeli ve dağlıktı. Mezepotamyanın bu dümdüz ve sıcak ortamı onu depresyona itmişti. Kral karısının sıla hasretini gidermek için onun memleketinin bir benzerini yapmaya karar verdi.

Kral çok bereketli bir ülkeden gelen eşi Semiramis'in memleket özlemi çekmesini önlemek için ona böyle bir armağan sunmuştu. Semiramis yoruldukça, bunaldıkça bahçesini izliyor, kendini sık sık değerlendiriyordu. Bahçede değişen bitkiler gibi kendisinde de değişen izleri keşfediyordu.

Milattan önceki zamanlardan bahsediyoruz. Öyle savaş falan olan ortamdayken bile yine de yanındaki kadını mutlu etmeye çalışan yüce ruhlardan bahsediyoruz.

Semiramis'in dünyasına ışık getirmek için çabalayan bir güneş gibi adeta..

Var öyle insanlar az da olsalar.. Bu insanlar güneş gibidir.. Etrafına ışık saçar, en karanlıkta bile ışıl ışıl ışıldar.. O büyük avizeler bile tüm ihtişamını yitirir, görünmez olur odaya güneş girdiğinde...

Bazı insanlar da karanlıkta yaşar, öyle sever... Güneş güzel gelir ama en derinindeki o karanlıklardan beslenir "karanlık insanları".. Güneşin parıldaması rahatsız eder o içlerindeki karanlığı imparatorluğunu, tehdit olarak algılar..

Bazıları sevgi doludur.. Hiç bir şey mutsuz etmez diye birşey yok, insandır sonuçta, mutsuz olur ama mutsuzluğunda da kendine olan sevgisine sığınır... Sevgiden beslenir çünkü.. Sevgidir onun ham maddesi, hiç bir şey karartamaz o sevgiyi..

Bazı insanlar da mutsuzlukla beslenir.. En mutlu oldukları anlarda bile mutsuz oldukları anlara sığınırlar, o an'a döndürürler içlerini. "Beş dakika önce ne kadar da mutsuzmuşum!" derler içlerinden; kendi mutsuzluklarına dönerler.. Bunlara da birşey yapılamaz, mutsuzluğa aittirler. Kopacak gibi olsalar mutsuzluktan, birazcık neşelenseler hemen içleri huzursuz olur..

Bazıları yalnızlığı sevmezler; tıpkı bazılarının yalnızlıklarından beslenmesi gibi.. Yalnızlıktan beslenenler genelde duygusal insanlar olur hep içlerine dönerler, birşeyler üretirler.. Yalnızlıkları onlara doğurganlığı hediye etmiştir belki de bunu keşfettikleri için üreme aşkıyla yalnızlıklarına sarılırlar. Yalnızlığı sevmeyenler ise daha maddeci insanlar olmuştur. Arkadaşları olsun etrafında, kafaları hep birşeylerle meşgul kalsın ve hiç kendi başına kalmasın isterler. İçlerine dönmek ürkütür, üretmek sancılı doğumdur onlar için ve o sancıyı çekmek istemezler..


Bitkiler gibi insanlar da.. Binlerce çeşit türe sahip. Hepsinin kokusu başka, dokusu başka, hayalleri başka, beslendiği vitaminler başka.. Kardelen kışın ortasında güneşe uzanmak ister mesela, o soğuğun sancısına rağmen göğe uzatır kollarını, doğrulur güneşe doğru.. Bazısı yabani otlar gibidirler en güzel çiçeklerin dibinde hayata tutunurlar yanındakinin güzelliğini daha da vurgulayan ambiyansın figüranlarıdır.. Bazısı da amazon ormanlarındaki gibi nemlidir sürekli, gözleri dolu dolu olur, göğü üstüne şakırtır gürül gürül yağdırır.. Sudan, gözyaşlarından beslenir.. Bazısı çöl bitkisidir, azıcık sevgi ve suyla beslenir en sağlam kaktüs olur.. Her türlü kötü şartlarda ayakta kalmaya hazır haliyle tamamlamıştır evrimini.. Bazısı çok narindir; puff desen döküverir pamuktan yapraklarını ama tomurcuklarını etrafa saçmaktan mutludur, böyle büyür, gelişir, ürer..

Hepimiz birer doğa olayıyız aslında.. Toprağın bir parçası, aynı gökyüzünün altında kendi türüne göre yaşayanlarız.. Sanırım bu yüzden türlerimiz çok fazla çeşitli ve karışık. Kokularımız farklı, damarlarımız farklı, yapraklarımız yapılarımız farklı.. Ama mesela baktığımız gökyüzü aynıdır, beslendiğimiz büyüdüğümüz yetiştiğimiz topraktır.. Hepsinden biraz birşeyler alırız, lazım olanları üstümüzde taşır lazım olmayanları doğaya bırakırız. En tuhafı da benzerlerimizle bir arada bulunmayız kolay kolay.. Çeşitliliğimizle besleniriz büyüdükçe, manzaralarımızı böyle güzelleştirmeye çalışırız.. Kimi yokuş bitkisi taşların arasından çıkar, kimi yosun bitkisi sudan karanlıktan alır enerjisini büyür kimi de düz ovada rengarenk açan güllerdir..

Tanrı ise bizim bahçevanımız.. Onun bahçesinde hepimiz tek başımıza birer nadide ürünleriyiz. O budar bizi kimi zaman, bazılarımızı bırakır kendi haline kaktüs kaktüs otururlar kenarda..

Nereden geldim buralara bilmiyorum ama çok çeşitliyiz işte.. Kırmadan, yorulmadan hep beraber aynı göğe uzanıp aynı köklere derinleşiriz. Kimse kimseyi bahçevan yüzünden suçlayamaz, yargılayamaz.. Kabulleniştir bu da, ki en büyük erdemdir.. Rüzgarın esmesiyle aklımıza düşüverir aniden sonra geçince rüzgar, herkes kendi rutinine geri döner..

Ben hangisiyim acaba? Ya da siz hangisisiniz? Ya da nasıl bir buketsiniz, hangi bitkileri alıp sarıp yuvarlamışız benliğimizde de göğe toprağa uzanarak kavgasızca yaşamaya devam ediyoruz?


Bilmiyorum bunları, bir gün boş bir odaya girip karşıma bir ayna alıp yapraklarımı incelemem lazım.. "Bahçevan bu ara hangi dallarımı budamış, nasıl bitki evrimindeyim?" incelemek, bazen neye dönüştüğümüzü izlemek anlamak gerek.. Zaten herşeyden önce kendi hammaddemizi, beslendiğimiz şeyleri, ruhumuzda değişenleri ve değişmeyenleri kavramamız gerekmez mi?!

Ya da Semiramis kadar şanslı olmak gerekir, Babil'in bahçelerini sırf siz özlemini duymayın diye ayağınıza gelmeli.. İç huzurunuzla o doğa harikalarını izlerken kendi yapraklarınızı incelemek gerekir, boş bir odada aynaya karşı bakmak yerine..


x,
g,




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder