26 Eylül 2016 Pazartesi

Biz Kendimizi Kullanalım Leonardo da Vinci !

Baylar bayanlar ve en çok da sevgili çocuklar! İşte karşınızda botanist, mimar, anatomist, yazar, ressam, şehir planlamacısı, şef, mizahçı, at binicisi, coğrafyacı, kaşif, sahne ve kostüm tasarımcısı, jeolog, matematikçi, filozof, fizikçi ve müzisyen... Gülşah dlr!

Değil tabii ama en mükemmel 'keşke'm benim..

Bir gün "Keşke ben de öyle olsaydım.." adamlarımı merak ettiğim günlerden birinde bir kitapçı rafında karşılaştığım "Da Vinci Gibi Düşünmek" kitabıyla göz kırpıştık.. O an hızlıca kasaya gittiğimi hatırlıyorum ve eve bile gitmeyi bekleyemeden bir kahve dükkanında kitaba yumulmaya başlamıştım..

Kitaba daha başlamadan ilk düşündüğüm şey bu kitap bitince içimdeki Vinci harekete geçirebilecek miydim?! Bir an önce vinci kullanmayı öğrenmeli, pratiği yapamasam da sadece bunu okuyarak beynime bir endam gelir ne giyse yakışırdı.. Bu endamımla da tüm vinçleri hareket ettirip hayatımın kahramanlarından olan Leonardo'ya bir adım daha yaklaşırdım belki de..



Kitapta aslında kişinin kendi özelliklerini çok küçümsediğini söylüyor Da Vinci ise bunu yaşamıyla ispat ediyordu. Belki de bize bıraktığı en büyük mirası buydu ve anlamamıştık bile! Da Vinci'nin vincini dünyanın ölümsüzlüğüne taşıdığı 7 sırrı da bizimle paylaşıyor.. Da Vinci prensiplerinden bahsediyordu kitapta ve isimlerini telafuz edemesek bile hayatımıza uyarlayabilirdik;

Curiosita, Dimastrazione, Sensazione, Sfumato, Arte/Scienza, Corporalita, Connessione.

Acaba bunlar da neyin nesi tekerleme desen hiç benzemiyor, meyve isimleri desen hiç yemedik kesin latince bitki isimleridir vs vs diye düşünenler.. Curiosita'ya hoşgeldiniz! Özetle tek bir anlamı var merak, merak, merak... Bir bakıma günümüzün google'ını kurcalama dürtümüz.. Merak etmekle kalmayıp ne olduğunu bulmaya çalışmak, bıkmadan usanmadan en saçma şeyleri bile merak edip öğrenme dürtüsünün önüne geçememek.. Mesela ilk "tencere"ye kim "tencere" ismini koydu, masamdaki çiçek burdan bakınca mor gözüküyor ama benim gibi diğer insanlar da bunu mor görüyor mu?, evet onlar da "mor" diyor ama acaba benim gördüğüm renge mi görüyor? Da Vinci dedemiz uçan sinekten masadaki çiçeğe kadar hepsini farklı açılardan incelermiş, bir resimin 5 farklı açıdan çizmesi de bundan olsa gerek.. Belki kuşların neden iki kanadı olduğunu kendimize sormadan bir ömür geçirebiliriz. Peki ya "En çok ben ne zaman kendim gibi olurum? Hangi insanın yanında, nerelerde ne yaparken?" sorusunu sormadan ömür geçer mi? Gökyüzü yağmurluyken neden gri montunu giyer bilmesek de olur. Peki "Yapmayı en sevdiğim şeyden nasıl çok para kazanırım?"ı bilmesem olur mu? Curiosita kelimesinin anlamını unutabilirim peki "Hayatta en çok istediğim şey"i unutabilir miyim?



Dimostrazione:
Yanlışlarını sevme isteği.. Yaptığın her yanlışın seni tek doğruna götüren tren vagonları gibi görme şekli diyebiliriz :) Üstelik bunu eğlenceli yapabilirsin trenle seyahati kim sevmez ki?! Da Vinci demiyor ama yapıyor ki; öğrenilen herşey mutlaka test edilerek doğruluğu görülmeli.. Bir de diyor ki; Deneyim asla hata yapmaz! Öğrendiğimiz şeyleri yazsak bitmez ancak deneyerek öğrendiklerimizi yazmaya kalksak yirmi sayfa bile çıkmaz. Çünkü en büyük korkumuz hata yapma korkusu.. Leonardo'nun çizdiği uçaklar hiç uçmamış ama bunun korkusu onu 42 yaşında Latince öğrenmekten de alıkoymamış. Başkalarından duyduklarımız, internetten okuduklarımız, televizyondan öğrendiklerimiz hepsi başkalarının üzerimize diktiği kıyafetler.. Peki ya biz parmaklarımıza iğneyi batıra batıra kendimize ne diktik? İşte en çok yakışan kıyafet o, bize özgü! O halde soralım kendimize, "Hata yapmaktan korkmasaydım neyi daha değişik yapardım?"

Normalspor bir insan çoğu zaman "Bakar ama görmez, dokunur ama hissetmez, duyar ama dinlemez, yer ama tadını almaz, içine çeker ama koklamaz, kıpırdar ama hareket etmez, konuşur ama düşünmez"... Sensazione, duyularımızı fayansı parlatır gibi parlatmak demek. İyi ama hep buna mı dikkat edeceğiz nasıl olacak bu? Leonardo kendi vinci'ni en güzel kokuların, tatların, seslerin, şekillerin ve hislerin benziniyle çalıştırıyordu. Peki ya bizim vinci'miz neyle harekete geçecek? Ruhumuzun 5 gıdası vardır onu besleyen. Ne zaman karanlık kuytumuza geçmişsek bu 5 gıdadan bazılarını eksik almışız demektir. O zaman toprak kokulu yağmurlu bir günde boğaza karşı kahvemizi içerken ve Norah Jones kulağımızda mırıldanırken kendimize soralım.. Bugüne kadar gördüğüm en güzel şey ne? Duyduğum en tatlı ses? En lezzetli tat? En içten dokunuş? En güzel koku? Yani misler gibi yaşayın diyor başka türlü besleyemiyormuşuz Vinci..




Sfutamo da ne demek? Bilmem.. Bilmem şart mı ki? Sfutamo işte bu! Yani herşeyi her zaman bilemeyiz, bilemediğimiz şeyleri de kabullenecek esnekliğe sahip olunca; vincimiz daha güçlü kaldırabiliyor yükleri.. Bilinmeyene açık olmak.. Etrafımızda ne oluyor daha net görebilmemiz için bilemeyeceğimiz şeylerin varlığını da kabullenmemiz demek. Cevabını bulamadığımız şeylerin karşısında da keyif kahvesi içebiliyorsak şüphe içinde olmaya da dayanaklıyız demektir.

Leonardonun tablolarının tamamını bu yüzden anlayamıyoruz. Bilinmezliği kabullenmemiz gerektiğini de öğretiyor bize.. Hayal gücüne bırakmak için sisli çizilmiş ve bazen sislerin arasında kalmış gizemli bir vinci en güzel gökkuşağını taşıdığını hayal edebilelim diye bilinmezliği de koyuyor eserlerinde.. Ya da Mona Lisa'nın hangi ruh halinde olduğunu anlayabilmek mümkün olmuyor! Üzgünken bakıp üzülüyor diyor neşeliyken baktıgımızda da gülüyor diyoruz. Beynimiz resmin kalanını tamamlamıyor ancak algımızı tamamlıyor hayal gücümüz.. İfadeyi veren göz ve dudak kenarları bilerek gölgede bırakılmış, eseri yapmış gerisi hayal gücümüze kalmış.. Farkında olmadan eserini tamamlayan ana parça biz olmuşuz! Kitabı okumadan önce "kesin mi?" favori sorularımdandı. Bundan vazgeçmek ve bilinmeyenle barışmak kendimize tanıdığımız tolerans vincimizin gücü oluyor. Bilinmezlik taşıyan vinci olalım mı biz de? Yaşasın bilinmezlikle barışımız! Yaşasın kederle neşenin, özgürlükle bağımlılığın, kötüyle iyinin, değişikle aynının, ölümle yaşamın evliliği! Anlayamadığımız şeylerden de bir şekilde besleniyoruz yani.. Heralde..






Arte/Scienza:

Duygularla mantığın barış imzaladığı bir yer. Birbiriyle anlaşan kalp ve beyin. Bilimle sanatın örtüşmesi bir bakıma.. Mümkün olanla olmayanın kardeşliği.. En sevdiğim maddelerden. Sanattaki bilimi, bilimdeki sanatı anlayarak düşünmek. Leonardo insan vücudunu da çizdi, uçak da çizdi.Mesela bir at resmi çizeceğimiz zaman hayal gücümüzü çalıştırmalı ama mantığımıza uygun çizmeliyiz. Çizerken sanatsal açıdan bakmalı ama bilimsel olarak at anatomisine uygun çizmeliyiz.Prof. Roger Speery yıllar önce nobel ödüllü bir araştırmayla beynimizi ikiye bölmüştü. Sol taraf hayallerle harikalar diyarında gezerken sağ taraf ayaklarımızı yere bastırtmıştı. Sonraları böyle olmadığı insanların karar verirken duygu ve mantığın birlikte vals yaptığı konuşuldu. Leonardo da yaşamında vincini beyninin bütününü kullanarak hareket ettirmiş.. Her insan her türlü yeteneğe sahiptir. Sadece sayısal ya da sözelci olamaz. En büyük ispatı Leonardo da Vinci.. Analiz ettiğin şeyin içinde kendini tekrar eden bir kısım vardır ya bazen, bu da onun gibi.. Biraz vinci hareket ettirelim belki başka şeyler de gelir aklımıza kimbilir...






Corporalita, sağlam kafa sağlam vücutta olur yani. Beynimizin tamamını kullanabilmek için tüm vücudumuza da iyi bakmamız gerekir, fit olmamız gerekir. Leonardo bunca yeteneği yetmezmiş gibi çok da yakışıklıymış. Hep dik yürür, vejeteryanmış, atletik vücutlu ve dimdik yürürmüş. Yaş alırmış ama yaşlanmamak için egzersiz şart demiş. Bize de öğütlemiş: Neşeli ol, sadece acıktığında ye ama az ye, basit doğal ye ve iyice çiğne, hergün egzersiz yap.




Connessione'ye geçtik.. Yani herşeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu anlamaya.. Newyork'taki bir kelebeğin çırptığı kanat sahra çöllerindeki hava durumunu etkiler mi? Etkiler. Her şeyin her şeyle bağlantısı var da biz bunu unutuyoruz.. Al işte biri suya taş attı, kurbağa sıçradı. Kurbağa sıçrayınca yerdeki yılan onu farketti, yedi. Suya düşen taşın sesini duyan çocuk annesinin yanına gitti. Gitmeseydi onu da timsah yiyecekti. Suya düşen taş kumları kıpırdattı, küçük bir bulanıklık yarattı. Televizyondaki belgeseli izleyen adam bu görüntüden etkilendi. Kafasının bulanıklığını hatırlayarak gidip psikologu aradı. Psikolog tatildeydi ve işin en ilginci de taşı atan oydu: hahaha baya bir saçma oldu. Psikologun belgeselde ne işi var demeyin, Vincinizi hayal gücünüzle besleyin. Herkesin herkesle her zaman bir işi vardır, en azından algılarımızda bu esnekliği sağlayalım.




 Leonardo'nun vinci onun dahiliğini kaldırmış. Biz bir ağacın halkalarından yaşının anlaşılabileceğini bulamasak da , Mona Lisa'yı çizemesek de bunları kullanarak kendi hayatımızdaki engelleri çiçek bahçesi yapabiliriz. Çiçek bahçesi yapmayıp da ne yapacağız ki zaten?

Aklımdayken; Leonardo'nun defterinden yapılması gerekenler:

- Bulutların nasıl dağıldığını ve oluştuğunu bul, çiz.

- Bazı dalgaların diğerlerinden neden daha mavi gözüktüğünü bul.

PS: Bu iki sorunun cevabı için varsa etrafınızda küçük çocuklardan destek alabilirsiniz. Uçsuz bucaksız hayal diyarının en büyük sahipleri onlar ne de olsa ! 

Merakınız bol, yedi prensibiniz hep cebinizde olsun !

x,
g,






18 Eylül 2016 Pazar

İnsan Nasıl Parlayarak Yaşar?

   Bugüne kadar 12 yıllık blogger geçmişi, kapanmış 2 büyük blog ve yarım kalmış 1 blogumu takip edenler az buçuk Gülşah'ı tanıyorlar. Meşhur yarım bırakmalarım dışında esas blogger camiasına giriş amacımı tekrar hatırladım. Yarım bırakmamaya karar verdim ve yeniden klavyemin sihirli kalemiyle aranızdayım.. :)
 
  Bildiğiniz üzere 10 yıldan fazladır bloglarımda erdem ve bilgeliğe giden yolu arayan yazılarımı paylaşıyordum.



 "Nasıl yaşamalı" sorusunu irdelerken ortaya çıkan harika cevapları birlikte bulduğumuz da çok oldu, özellikle deneme yanılma yoluyla.. :)  "İnsan nasıl parlayarak yaşar?", "Mutluluk nasıl yaşayan insanları yakalar?", "Yaşadığıma değdi diyebilmek için neler yapmalı?" sorularının yanıtlarını hep birlikte yaşayarak ögrenirken adeta bir "pause" tuşuna basıp, pause olmuş durumları; hayallerle gerçeğin buluştuğu ufukta analiz ediyordum... Sonra klavyenin sihirli kalemiyle kalbimde yığılan bu sorulara; tüm yaşam gurularını kıskandıracak bir derinlik, bir o kadar da uslüp sadeliğiyle cevapları aramaya çalışıyordum. Maksat hepimizin zaten yaşadığı ortak olguları; öylesine bloga denk gelen birinin bile okuyarak, kendisine afiyetle yiyebileceği  bir pasta dilimi çıkarabilmesiydi.. Benim içimdeki mutluluk da bu..



  Geçenlerde balkonda otururken dalmış yoldan geçenleri izliyordum. Büyükannemin sesiyle irkildim..
 - Pişşt.. Neye üzülüyorsun böyle? Derdinle arana hendek aç!
 - Nasıl yani? dedim önce. Sonra içeri girdi büyükannem ve ardından düşündüm buldum ne demek istediğini.
Az öteye ittim derdimi. Benim değil başkasının olsaydı diye düşündüm. Uzaktan bakınca öyle korkunç da değilmiş dedim.. İşe yaradı hendek!



  Başka bir gün kahvemi yudumlarken üzerimdeki ağırlığı atmaya çalışıyordum, çok uzak değil yakın zamanlardı.. Pencereden dışarıyı izliyor kocaman dünya üzerinde koca bir şehir ve şehirde bir sürü ışıklar.  Yapay ışıklar yüzünden kendi parlaklıgını gösteremeyen yıldızlar el sallıyor ama hiç birimiz umursamıyorduk. Birden aklıma gelen cümleyle irkildim.. "Havalandırsana şu ruhunu" dedi.. "Bak tozlanmış."



   Tamam dedim bu defa sallandırdım ruhumu. 25. kattan aşağıya bir iki silkeledim.. Tozu gitti. Nefes aldı sanki.. Geçenlerde okuduğum bir kitapta bir cümle sarmıştı ruhumu ve camdan sallanırken bir o bırakmadı kendini aşağıya. Kitapta diyordu ki; "İnsan bir mucizeler dükkanı." Yeni lafım buydu, çok sevmiştim..
   O dükkandan istediği mucizeyi seçer insan o zaman dedim.

   Sonra yeni cümleler buldum mucizeler dükkanı kilitlerini açacak. "Korkmaktan korkma!" dedim mesela ve  "Her gün herşeye şükret" dedim. "Kendi hikayeni kendin yaz kimse senin senaryonu yazmasın. Hem ne kadar açarsan içine o kadar şey sığar" dedim. Unutma; hayatın bir kaldırma gücü var! Bunu da kendim kendime öğütledi..

Adeta bir modern zaman filozofu kesildim.. :) Ama bir blogger uyku halindeyken bile; içinde kelime büyücüsü ağaçları yetiştirebiliyorsun. Dışından sesli söylemesen, bir yerlere yazmasan bile yaşadığın gözlemlediğin herşeyde kendi içinden kendine sürekli bir kelime yüklemesi yapıyorsun.



  Uzaydan dünyamızın dertlerini teşhis etmek merhem reçetesi yazmak için gönderilmiştim sanki.. Ufakcık bir insanın ufacık bir alanını bile aydınlanmasına yetecek kadar parlak kelimelerle dikkatini çekebilmişsem heehh olmuştur bu iş diye bir taş oturur gönlümdeki yerine..

  Ukalalık olmasını istemem ama her yazar çizer boyarın içinde bir kısım ukalamsı mütevazilik canavarı yatar. Öyle mütevaziliklerden diyelim bu yazıya da..

  Tekrar içime sığmayan taşan cevapların, tarihte bir yerlerde not edilmesi şerefine!
   Hoşgeldim tekrar ben :)

x,

g,