18 Eylül 2016 Pazar

İnsan Nasıl Parlayarak Yaşar?

   Bugüne kadar 12 yıllık blogger geçmişi, kapanmış 2 büyük blog ve yarım kalmış 1 blogumu takip edenler az buçuk Gülşah'ı tanıyorlar. Meşhur yarım bırakmalarım dışında esas blogger camiasına giriş amacımı tekrar hatırladım. Yarım bırakmamaya karar verdim ve yeniden klavyemin sihirli kalemiyle aranızdayım.. :)
 
  Bildiğiniz üzere 10 yıldan fazladır bloglarımda erdem ve bilgeliğe giden yolu arayan yazılarımı paylaşıyordum.



 "Nasıl yaşamalı" sorusunu irdelerken ortaya çıkan harika cevapları birlikte bulduğumuz da çok oldu, özellikle deneme yanılma yoluyla.. :)  "İnsan nasıl parlayarak yaşar?", "Mutluluk nasıl yaşayan insanları yakalar?", "Yaşadığıma değdi diyebilmek için neler yapmalı?" sorularının yanıtlarını hep birlikte yaşayarak ögrenirken adeta bir "pause" tuşuna basıp, pause olmuş durumları; hayallerle gerçeğin buluştuğu ufukta analiz ediyordum... Sonra klavyenin sihirli kalemiyle kalbimde yığılan bu sorulara; tüm yaşam gurularını kıskandıracak bir derinlik, bir o kadar da uslüp sadeliğiyle cevapları aramaya çalışıyordum. Maksat hepimizin zaten yaşadığı ortak olguları; öylesine bloga denk gelen birinin bile okuyarak, kendisine afiyetle yiyebileceği  bir pasta dilimi çıkarabilmesiydi.. Benim içimdeki mutluluk da bu..



  Geçenlerde balkonda otururken dalmış yoldan geçenleri izliyordum. Büyükannemin sesiyle irkildim..
 - Pişşt.. Neye üzülüyorsun böyle? Derdinle arana hendek aç!
 - Nasıl yani? dedim önce. Sonra içeri girdi büyükannem ve ardından düşündüm buldum ne demek istediğini.
Az öteye ittim derdimi. Benim değil başkasının olsaydı diye düşündüm. Uzaktan bakınca öyle korkunç da değilmiş dedim.. İşe yaradı hendek!



  Başka bir gün kahvemi yudumlarken üzerimdeki ağırlığı atmaya çalışıyordum, çok uzak değil yakın zamanlardı.. Pencereden dışarıyı izliyor kocaman dünya üzerinde koca bir şehir ve şehirde bir sürü ışıklar.  Yapay ışıklar yüzünden kendi parlaklıgını gösteremeyen yıldızlar el sallıyor ama hiç birimiz umursamıyorduk. Birden aklıma gelen cümleyle irkildim.. "Havalandırsana şu ruhunu" dedi.. "Bak tozlanmış."



   Tamam dedim bu defa sallandırdım ruhumu. 25. kattan aşağıya bir iki silkeledim.. Tozu gitti. Nefes aldı sanki.. Geçenlerde okuduğum bir kitapta bir cümle sarmıştı ruhumu ve camdan sallanırken bir o bırakmadı kendini aşağıya. Kitapta diyordu ki; "İnsan bir mucizeler dükkanı." Yeni lafım buydu, çok sevmiştim..
   O dükkandan istediği mucizeyi seçer insan o zaman dedim.

   Sonra yeni cümleler buldum mucizeler dükkanı kilitlerini açacak. "Korkmaktan korkma!" dedim mesela ve  "Her gün herşeye şükret" dedim. "Kendi hikayeni kendin yaz kimse senin senaryonu yazmasın. Hem ne kadar açarsan içine o kadar şey sığar" dedim. Unutma; hayatın bir kaldırma gücü var! Bunu da kendim kendime öğütledi..

Adeta bir modern zaman filozofu kesildim.. :) Ama bir blogger uyku halindeyken bile; içinde kelime büyücüsü ağaçları yetiştirebiliyorsun. Dışından sesli söylemesen, bir yerlere yazmasan bile yaşadığın gözlemlediğin herşeyde kendi içinden kendine sürekli bir kelime yüklemesi yapıyorsun.



  Uzaydan dünyamızın dertlerini teşhis etmek merhem reçetesi yazmak için gönderilmiştim sanki.. Ufakcık bir insanın ufacık bir alanını bile aydınlanmasına yetecek kadar parlak kelimelerle dikkatini çekebilmişsem heehh olmuştur bu iş diye bir taş oturur gönlümdeki yerine..

  Ukalalık olmasını istemem ama her yazar çizer boyarın içinde bir kısım ukalamsı mütevazilik canavarı yatar. Öyle mütevaziliklerden diyelim bu yazıya da..

  Tekrar içime sığmayan taşan cevapların, tarihte bir yerlerde not edilmesi şerefine!
   Hoşgeldim tekrar ben :)

x,

g,












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder